II. Çok Partili Hayata Geçişi Etkileyen Dış Faktörler

Çok partili hayata geçişte etkili olan iç faktörler kadar dış faktörler de önemlidir. Hatta dış faktörler için öyle kısımlar var ki direk etkisi olduğunu bile söyleyebiliriz. Türkiye’nin kendi varlığını teminat altına alabilmesi için dışarıda izlediği politikalara elbette dikkat etmesi gerekir. Bu bir de savaş dönemine denk gelmişse tabii ki politikaları da buna göre şekilleniyor.

II. Dünya savaşına her ne kadar Türkiye doğrudan dahil olmasa da dolaylı olarak etkilerini gören ülkelerden bir tanesidir. İsminden de anlaşılacağı gibi tüm dünyayı etkisi altına alan bir olaydı. Türkiye, Dünya savaşının yaşandığı yıllarda (1939-1945) Cumhuriyet’in ilanından itibaren hükümette olan CHP tarafından yönetilmekteydi. CHP’nin seçilmesi de gayet doğaldır çünkü bu parti dışında halkın destek verebileceği başka bir parti yoktu.

Türkiye bu savaşta hangi tarafa dahil olacaktı. Mihver ve Müttefik devletler için bu çok önemliydi. Nitekim Türkiye’nin konumu her iki grup devletler için de önem teşkil etmekteydi. Savaş gelip çattığında Türkiye tarafsızlığını ilan etti. Türkiye denge politikasını sürdürürken hem İngiltere hem de Almanya tarafıyla ilişkilerini sürdürmüştür. Türkiye’nin Almanya ile ticaret yapması savaşın diğer grubunun hiçte hoşuna gitmedi. Türkiye yapılan ticareti durdurmak, boğazlardan geçişi kontrol altına almak zorunda kaldı. Savaşın bitmesi yakın bir tarihte ise Türkiye, Almanya’nın dahil olduğu grup ile ilişkilerini kesmiş, batı bloğuna yaklaşmaya başlamıştı. Bu savaştan mihverler mağlubiyetle, müttefikler ise zaferle ayrıldı. Müttefikler demokratik cepheyi oluşturuyordu, Türkiye’yi bir seçim yapmak durumunda bırakmıştı. Nitekim Türkiye demokratik olarak adlandırılan batı’dan tarafı seçimi yapmıştır. Türkiye’nin bu gruba dahil olabilmesi için de demokratik atılımlar gerçekleştirip, Batı grubu ile uyumlu hale gelmesi icap ediyordu.

Türkiye tarafını batı’ya yakınlaşarak zaten seçmişti. Türkiye bu kararını her ne kadar savaşın sonlarına doğru olsa da Almanya ve Japonya’ya karşı savaş ilan ederek kesin olarak tarafını netleştirdi. Bundan dolayı Savaşı kazananlar tarafından San Francisco toplantısına davet edilmiş, Birlemiş Milletler beyannamesi’ne imza atma yetkisini de kazanmıştı.

Totaliter ve tek partili rejimlere artık sıcak bakılmıyordu. Türkiye’de bu ülkelerden birisiydi. Uluslararası arena da hem Türkiye hem de İsmet İnönü bu eleştirilerden nasibini almıştı. Türkiye kendisini çok partili hayata hazırlıyordu. Tarafını belli etmek kolayken şimdi ise bu tarafa ait olduğunu belli etmesi için bir çok işlemi yerine getirmesi gerekiyordu. Hükümette görevli olan kişilerden demokratik gelişmelere izin verileceği beyanatları veriliyor, demokratik ülkelerle uyum çalışmaları her geçen gün artıyordu.

Bir diğer yandan Sovyet tehlikesi kendisini belli etmeye başladı. Her ne kadar Sovyetler ile Türkiye bir zamanlar yakınlaşmış olsa da devletlerin çıkarları neticesinde bu yakınlaşmalar bir bir kırılabiliyor. Bu kırılma ise Sovyetlerin Boğaz’da hak iddia etmesi ve bazı vilayet topraklarına göz dikmesi ile yaşanmıştı. Türkiye tabii ki bağımsızlığını hiçe sayan bu devlete karşı talepte bulunduğu husuların hepsini reddetmiştir. Tüm bu yaşananlardan dolayı, Türkiye’nin Dış politika’da yalnızlığını gidermesi adına ABD yani Batı ile yakınlaşması için adım atması gerekiyordu. Bu da attığı en önemli adımlardan bir tanesidir. Bunların yaşandığı dönemde dünya iki bloktan oluşmaktaydı. Batı tarafını seçmesi bu tehlikeye karşı Türkiye’nin başka seçeneğinin olmamasından kaynaklanmaktadır.

Batı, özelde ABD, Türkiye’nin hem ekonomik olarak bir darboğazdan geçtiğini hem de Sovyetler tarafından tehdit edildiğini biliyordu. Her şeyin farkında olan Batı bloğu hem Komünizm tehlikesini önlemek hem de tehdit edilen ülkeleri kendi tarafına çekerek kendini güvence altına alma düşüncesindeydi. ABD Komünizm ile mücadele etmek durumundaydı. ABD, daha genel bir ifadeyle demokrasi ile yönetilen ülkeler, Sovyetler Birliğini tehlike olarak görüyorlardı. ABD Komünizm tehlikesine karşı yardım kampanyaları düzenlemeye başladı. Bu kampanyalar sadece Türkiye’yi kapsamıyordu. Bu kampanyalar kapsamında  ABD, Türkiye’ye ait borçları silmek için anlaşma imzalamış, kredi aktarımı ile Truman Doktrini devreye girmiştir. Bu girişimler Türkiye’yi ABD ve dolayısıyla Batı bloğuna yaklaştıran faktörlerdendir.

Sonuç ve Değerlendirme

Giriş kısmında da ifade ettiğimiz gibi Türkiye, Osmanlı Devleti’nin devamı niteliğindedir. Bu nedenden dolayı incelemeleri belirli bir olay etrafında irdelemek yerine öncesine bakmak, olay etrafındaki nedenleri çeşitlendirmek her zaman için incelemeyi kuvvetlendirir. Çok Partili Hayata geçiş serüveni her ne kadar Türkiye’de yaşanmış olsa da bunun örneklerini Osmanlı’da da görürüz. Hem içeriden gelen tepkiler hem de dışarıda görülen eksiklikleri giderebilmek adına Batı ile uyumlu hale gelinebilmesi için çaba harcandığı görülmektedir. Osmanlı’da Tanzimat ile başlayan yenileşme hareketleri Cumhuriyet dönemine kadar sürmüş ve halende sürmektedir. Yenileşme hareketlerinde yapılabilecek ayrım şu olsa gerek: Osmanlı’da yapılan yenileşme hareketleri yüzeysel olarak kalırken Cumhuriyet dönemindeki yenileşme hareketlerinde ise daha çok tabandan yukarıya doğru köklü değişiklikler yapılmıştır ve bunlar genel itibariyle devrim niteliğinde olmuştur.

‘Türkiye, ne oldu da çok partili yaşama geçme kararı aldı ya da aldırıldı?’’ Diyerek değerlendirmeye başlayabiliriz.

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan değişikliklerde toplumu dönüştürme fikri alınan kararlardan kendini belli etmektedir. Bu alınan kararların sistemli bir şekilde yürütülmesi için de belirli bir süre gerekmektedir. Bu süre boyunca alınan kararların yürütülmesi de Cumhuriyet Halk Partisi öncülüğünde gerçekleştirildi. Bu sebepten muhalif hareketlere pek olumlu bakılmadı. Nitekim CHP dışında başka partilerde kuruldu ancak bunlar ayakta durmakta zorlandı, ya hükümet tarafından kapatıldı (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası), ya da parti kurmayları tarafından fesh edildi (Serbest Cumhuriyet Fırkası).

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’de 1945’e kadar tek parti vardı.

Hem yeni bir ülke olması, hem de dünya’da büyük bir savaşın yaşanıyor olması nedeniyle hükümet sıkı ve müdahaleci politikalarını arttırarak sürdürdü.

Tabii bu koşullarda denetimi elden bırakmayan hükümet, muhalif hareketlere yaşam olanağı sağlamıyordu.

Bu tarihlerde Ülkenin zor süreçlerden geçtiğini kimse inkar edemez. Ekonomi ciddi derecede kötüye gidiyor, bu kötüye gidişi önleyebilmek adına tedbirler alınıyordu.

Bu zor süreçlerde yeni vergilerin ortaya çıkması, vergilerin arttırılması gayet doğaldır. Ancak öyle vergi çeşitleri ile karşılaşıyoruz ki, bu vergi çeşitinin dünya’da başka bir örneği bulunmamakta. (bknz. Yol vergisi) Başka bir açıdan bakacak olursak çıkarılan vergilerin muhattaplarının halkın tamamı olması gerekirken, ne yazık bu vergiler belirli sınıflar üzerinde hissedilmiştir. Nitekim buna örnek olarak köylüler, işçiler ve sabit gelirle çalışanlar sayılabilir. Öyle ki vergilerini ödemeyenlere cezalar yağdırılmış, ödeyemediği vergilerin karşılığı olarak halk çalışmak durumunda bırakılmıştır.

Diğer bir yandan halkın ticaretle uğraşan sınıfı üzerine de çeşitli vergiler yüklenmiş, bu yüklenen vergiler ticaretle uğraşan kesimi bezdirmiştir. Vergilerini ödeyemenlere çeşitli yaptırımlar uygulanmış, bunlara daha fazla dayanamayan halk yatırımlarını diğer ülkelere kaydırmıştır.

Ülkenin savaş döneminde olması çıkarılan Milli Koruma Kanunu’ndan da anlaşılmaktadır. Bu kanun ile beraber hükümet geniş bir yetkiye sahip olmuş, halk üzerinde ciddi bir otorite kurmuştur. Kanun, Toplumun büyük bir kesiminin inacına bile müdahale de bulunmuş, bu halkı huzursuz etmiştir. Bunlara bir de keyf

uygulamalar eklenince halk CHP’ye karşı olumsuz bir tavır takınmış, nitekim yabancılaşmaya başlamıştır.

Bu sıralarda II. Dünya Savaşı bitmiş, savaşı müttefikler (demokrasi ülkeleri) kazanmıştı. Türkiye seçimini demokrasi ile yönetilen ülkelerden yana yaptı. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye’de tek parti vardı, bunun demokratik olduğu da söylemezdi. Türkiye’de yaşananları da göz önünde bulundurduğumuzda Batı ile uyumlu hale gelmesi için bir takım kararlar alması icap ediyordu.

Bir yandan da Sovyet tehlikesi belirvermişti. Sovyetlerin boğazlarda üst talep etmesi, vilayet topraklarına göz dikmesi,Türkiye’yi batı bloğuna yani demokrasi ile yönetilen ülkeler tarafına yakınlaştırmıştı. Yine ABD’nin Komünizm tehlikesine karşı yapmış olduğu yardımları hatırlamakta fayda var. Dışarıda yaşanan bu gelişmelerin Türkiye’yi Batı’ya yakınlaştırdığı çok açıktır.

İncelediğimiz tüm etmenler çok partili yaşama geçişte öneminlidir, bunları inkar edemeyiz. Gerek Ülke içerisinde gerek Ülke dışarısında yaşanan bir takım gelişmeler Türkiye’yi çok partili yaşama geçme konusunda elbette etkilemiştir. Ancak bunlar arasında öyle etkenler var ki bu geçişi sağlayan en önemli etken bile diyebiliriz. Bunları bir bütün halinde değerlendiririsek, saydığımız etkenlerden herhangi birinin yokluğu belki de çok partili yaşama geçişi daha sonraki bir tarihte mümkün kılacak ya da böyle bir geçiş yaşanmayacaktı.

Ülkede köklü reformlar gerçekleştirmeyi düşünen tek parti yönetimi, aldığı yanlış kararlardan dolayı halkın bir kesiminin tepkisine yol açmış, halkı huzursuz etmiştir.

Halkın gelenekleriyle çelişen kararlar ise halkı yönetime karşı yabancılaştırmış, başka bir çıkar yol arayışına girmiştir.

Savaşın müttefikler lehine sonuçlanması, Türkiye’nin de Batı’ya yaklaşmaya başlamasına bu da Türkiye’de çok partili yaşamın kapılarını aralamıştır.

Böyle bir ortamda kurulacak bir partinin ciddi derecede oy alması olasıdır.

1945 yılında kurulan Milli Kalkınma Partisi çok partili yaşamda yerini alsa da ismini fazla duyuramamıştır. Nitekim 1946 yılında kurulan Demokrat Parti, halkın yaşadığı sorunları iyi analiz etmiş, bunlar için politikalar geliştirmiştir. Hükümete muhalif olarak CHP içinden ayrılan ‘dörtlü takrir’’ tarafından kurulmuştur. Muhafazakar bir parti olarak halktan büyük bir destek kazanmıştır. Halka daha öncesinde yaşanan yanlış politikaların bir daha yaşanmayacağı izlenmi uyandırmış, güven vermiştir. Tüm bunları düşündüğümüz zaman dışarıdaki etkenlerin çok partili yaşama geçişte önemli etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Ülke içerisindeki huzursuzluklar hükümete olan desteğin azalmasına neden olmuş, bunu iyi analiz eden Demokrat Parti ile Türkiye çok partili yaşama geçmiş oldu.