Küresel Barış ve Adalet

Bu yazı 2019 yılında Mavera Ödülleri kapsamında Aliya İzzetbegoviç anısına düzenlenmiş olan deneme yarışması için yazılmıştır. Yazı dereceye girmiştir ve dereceye giren diğer yazılar ile birlikte derlenip kitaplaştırılmıştır. Tüm hakkı saklıdır. İzinsiz paylaşılamaz!

Günümüzün Dünyasında unutulmaya yüz tutmuş, tabiri caizse işlevini yitirmiş kavramlar
yığın yığın birikmekte adeta bir daha kullanılmayacakmış gibi üstü örtülmekte ama
unuttuğumuz bir nokta var ki; bunları gerçekleştiren bizler, dert yanan yine bizleriz. Küresel
barış ve adalet kavramları üzerine gıyabi cenaze namazı kılındı ve bir daha gün yüzüne
çıkarılmamak üzere bir yere kaldırıldığını düşünüyorum. Ancak benin inancım, barış ve
adalet ortamının sağlanması için çaba sarf etmemizi, her ne durumla karşılaşırsak
karşılaşalım bu durumu muhafaza etmemizi öğütlemektedir. Aliya İzzetbegoviç ‘Hukuk
bizler için sadece birer meslek olmaktan ziyade inancımız, yaşam tercihimiz ve hayat
felsefemiz’ olması gerektiği hakkında görüşünü belirtiyor. Görüşü, onun nasıl bir medeniyet
tasavvuruna sahip olduğunu resmediyor. O, pergelin sabit noktasını doğu geleneğine, hareket
eden noktası ile de batı kültürünü anlamlandırmaya çalışıyordu. Bir timsal oluşturdu ve doğubatı arasında köprü niteliği gördü.
Alışılagelmiş kavramların içini doldurmak zorlaştı. Demokrasiden bahsedenlerin Afrika’yı
sömürmesi, Ortadoğu’yu kendi bahçeleri görüp, istedikleri zaman girip istedikleri zaman
çıkabilecekleri bir yer olarak tanımlamaları bizleri nedense hiç rahatsız etmedi. Üstüne üstlük
onlardan haz etmemize sebebiyet verdi. Hiç sevmediğimiz insanlar ile işbirliği yaptık. Onlar
bunları uygularken ‘belli başlı’ kelimelerle hareket ettiler ve adeta gözlerimizi boyadılar.
Tabii bunların başında ‘Küresel barış ve adalet’ kavramları ön plana çıktı. Sözde bu
kavramları yaşatabilmek için kurumlar, organizasyonlar oluşturuldu. Mesela Birleşmiş
Milletler (BM) diye bir örgüt çıktı ortaya. Kendi insanları dışında başka hiç kimseyi
düşünmemek üzere konumlandırılmış bir örgüt. BM’nin daimi üyeleri yanı başımızda çıkan
karışıklıklara Küresel barışı ve adaleti belki silah satarak getirdi. Bizde onlara kurtarıcı gözü
ile baktık. Dünyanın ‘medeni’ insanları refah içerisinde yaşasın diye yüzbinlere insan
madende köle gibi çalıştırılırken BM ne şekilde barış sağlamaktadır? Dünyayı dönüştürme
hedefi ile yola çıkan bu örgüt, sadece kendi dünyalarını dönüştürmekten ileriye gidemedi. Bu
kavramlar altında diğer coğrafyalarda meydana gelen karışıklıkları hiç görmeden hareket etti.
‘Batı hiç bir zaman adil olmadı ve olmayaktır’ cümlesini birisi kulaklarımıza fısıldadı ama
zihinler bir kere narkozlanmış artık pekte fayda etmedi. Barış ve adalet kavramı her ne kadar
suistimal edilsede, insanların hala beklentileri var ve olmasıda gerekir. Şu noktayıda es
geçmemek gerekir her ne kadar bu kavramlara muhtaç olduğumuzu bilsekte kendi içimizde
verdiğimiz kavgayı bitirmeden küresel çaptaki meseleleri halletmemiz çok zor gözüküyor.
Herkes yaşadığı dünyadan sorumlu. 8 milyara yakın dünya nufüsünun 1 milyarı, herkese
yetebilecek kadar kaynağımız olduğu halde insanlığın temel gereksinimi olan temiz su ve
yiyecekten mahrum! Bulunduğumuz gezegen cahiliye dönemini yeninden yaşıyor. Temel
geçim kaynakları ‘sömürmeye’ eklemlenmiş ülkeler kendi çıkarları uğruna bu kavramları
alaşağı edebiliyor.
Aliya’nın felsefesi bütün saflığı ile nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi özetliyor;
İstediğin isme sahip olabilir, istediğin dine inanabilirsin ancak İNSAN olmak gerekir.
Yaşamalı, diğerlerinin yaşamalarınada izin vermelisin. Senden olmayanda hayatını idame
ettirebilmeli, düşünebilmeli siyasi olarak kendisini, halkını temsil edebilmeli. Nedir bu
yokluk içerisinde ki var olma mücadelesi?
İzlenimlediğim kadarıyla Ortadoğu coğrafyası olağanüstü hallere gebe, insanlarından bile
bunu anlayabilirsiniz. Vurdumduymaz tavırları her an her şeyin olabileceğinin habercisi
aslında. Diğer bir izlenimim ise ‘Cehalet’ bunu insanları aşağılmak için söylemiyorum.
Ortadoğu tabiri her ne kadar İngilizler tarafından ortaya atılmış onlar tarafından tanımlansa
da bende bir Ortadoğu çoçuğuyum. Cehalet, doğrusunu bildiğimiz halde yanlışı tercih etmek
veya ettirilmek kanımca. Peki ya bizi bu durumdan tutup çıkartacak bir dayanağımız yok mu?
Sömürülmeye, adaletsizliğe, barış adı altında yapılan usulsüzlüklere bir dur diyecek yok mu?
Elbette vardır ve hep var olacaktır. İnsanların kayıtsızlığı onları harekete geçiremiyor.
Anlaşılan kimsenin güneşe ihtiyacı yok ki herkes yönünü karanlığa çeviriyor. Bizler
Güneşten korkuyoruz bu adaletsizliğin en büyük nedeni değil mi? Bizler aydınlanmaktan,
öğrenmekten, düşünmekten korkuyoruz. Aydınlanan, düşünen ve öğrenen insan acı hisseder.
Öğrenmemek en büyük mutluluk diye boşuna söylememişler. Şu sıralar bizim de ihtiyacımız
olan karanlıklar içerisinde bir kurtarıcının belirmesi. Ancak buna oturarak ulaşamayacağız.
Ulaşanlar, yarınları için bugünden çalıştılar, çaba sarf ettiler. Gözlerinden yaş, alınlarından
ter ve belkide en vahimi bedenlerinden kan aktı. Bosna belki de bunun en bariz örneği oldu
biz insanlık için. Onlar için Bosna toprak parçasının ötesinde bir fikirdi. Bu fikir ise farklı
din, farklı millet, ve farklı kültür geleneklerine sahip insanların bir arada ve beraber
yaşayabileceklerinin inancı oldu. Kendileri dışında ki insanlara yaşam hakkı tanımayı
düşündüler. Dünyayı dönüştürme hedefleri sadece kendi dünyaları ile sınırlı kalmadı. Onlar
bir kıvılcım yaktı. Kıvılcım zor şartlara rağmen ışık saçmaya devam ediyor. Etrafındakilere
faydası olmasa da o kıvılcımın ışık saçması insanların hala umutlarının sönmediğinin bir
işareti. Küresel barış ve adalet kavramları da her ne kadar sadece belirli bir gruba hizmet etse
de insanların bunlardan umudunu kesmediğini anlayabilirsiniz… Onlar nefrete karşı nefret
beslemedi her durumda adil bir yeni Dünya’nın habercisi oldular…